Leyla ve Semih evleneli epey zaman geçmişti. Leyla, ne büyük hayallerle evliliğe adım atmıştı. Başlangıçlar elbet güzeldi ama yıllar geçti ve Leyla kendini çok keyifsiz hissetmeye başlamıştı. İçindekileri anlatmak, haykırmak istiyordu. Leyla’nın aklına birden, ablasının sözleri geldi. “Leyla, bak kızım, kol kırılır, yen içinde kalır. Sen, sen ol, kimseye evdeki sorununu anlatma.” Bu sözleri, o kadar çok tekrar etmişti ki ablası, zaten beynine işlemişti. Ne yapsın, O da dayanmaya çalışıyordu. Semih’in ağır sözleri, onu o kadar çok yıpratıyordu ki. Geceleri hep gizli gizli ağlıyordu. Sonra, Semih bir şekilde onun gönlünü alıyordu ama bu kısır döngü, şiddetini arttırarak devam ediyordu.
O yıllarda “manevi şiddet” diye bir kavram yoktu mutlaka. Ama şu zamanımıza göre Leyla’nın yaşadığı tam tamına manevi şiddetti. Şiddetin her türlüsünün dayanılmaz ve kabul edilemez olduğu bir gerçek. Hala zamanımızda bunu yaşayan ve içine atan birçok kadın varken, eski zamanları siz tahmin edin artık…
İç Hesaplaşma
Leyla inanamıyordu. O, sessiz, efendi görünen insan ne ara böyle acımasız olmuştu? Hani çok seviyordu? İnsan sevdiğine bu sözleri söyler miydi? Bu hakaretleri eder miydi? Bu kadar çirkin sözleri söyledikten sonra nasıl yüzüne bakıyorsun sevdiğinin, hiç ama hiç anlamıyordu. Düşünceleri evliliğinin ilk günlerine doğru geriye gittiğinde, aslında görünen köy kılavuz istemiyormuş. Ama o kadar çok inanmış ki Leyla Semih’e, hep görmek istediğini görmüş. Etrafına, ailesine sert davranan sana niye davranmasın ki? Semih, çok küçük yaşlarda annesini, babasını kaybetmiş. Acaba ondan mı böyle, diye düşünürken kendi kendine ne ilgisi var Leyla, sen de öksüz büyüdün, diye söylendi. Neyi, kimi suçlayacaktı, kaderi mi? Evlilik yoluna girmeyerek üstüne mi gitmeliydi kaderinin? Ama nasıl yapacaktı? Çaresi yoktu.
Semih?
Leyla, kendi kendine böyle hesaplaşırken günün de yorgunluğu ile uyuya kaldı. O kadar yorulmuştu ki sabah olduğunu fark etmedi, çocuklar okula geç kalacaktı. Leyla ve Semih’in iki oğlu, bir kızı oldu. Leyla, çocuklar okula geç kalacak diye, bir telaşla yataktan kalktı. Çocukları hemen kahvaltılarını hazırlayıp okula göndermeliydi. Asla kahvaltılarını yaptırmadan onları uğurlamazdı. Semih, sabaha karşı işten gelmiş, hemen derin bir uykuya dalmıştı. Olabildiğince sessizce çocukları hazırlamaya çalışıyordu. oğlanlar birbiri ile boğuşup atışıyordu. Kızı, sakin ve olgundu. Onlara yapmayın, babam uyanıp bağıracak diyerek engel olmaya çalışırdı. Oğlanları, ortaokulda, kızı ise ilkokula yeni başlamıştı. Çocuklarının okumalarını çok istiyordu. Leyla, Semih uyanacak diye ödü kopuyordu. Çocukları, avlunun dış kapısından okula uğurladı. Eve geri dönüp içeri adımını attığında karşısında sinirli bir yüzle bakan Semih’i gördü. Malum açacak ağzını. Hayatın kendi etrafında döndüğünü sanan bir insandı Semih, Leyla’nın ne düşündüğü, ne yaşadığı veya ne hissettiği umurunda değildi.
-Sana kaç kere söyledim şu çocukları bağırtma diye. Şurada iki gram uyuyacağım, bir rahat, huzur yok, bıktım hepinizden. Sen ne biçim annesin? Vallahi en sonunda kıracağım hepinizin ayaklarınızı.
Leyla, ne yapacağını şaşırır, eli ayağı titrerdi. Açıklama yapma ve ağlama eylemlerini çok eskide bırakmıştı. Hiçbiri, bir işe yaramazdı çünkü. Sanki bilerek mi oluyor, ne kadar tembih etse, çocuktu onlar. Sanki onlar gidince uyusa olmaz.
Çok ağır sözler ve hakaretler ederdi. Duymamaya çalışıyordu sözlerini. Kime yansın derdini. Susardı Leyla, sadece susardı. Ablasının sözlerini hatırlar, susardı. O dönemde onu anlayacak kimseyi bulamazdı zaten. Ah, Leyla ve Semih…
Leyla ve Yavruları
Zor yıllardı hem maddi hem manevi olarak. Bir tek Semih’in maaşı, çoluk çocuk, boğaz, eğitim vb. masraflara yetmiyordu. Leyla, o kadar yorgunluğuna, tütün kırma dönemi geldiğinde yollara düşer, bir iki gelir elde etmeye çalışırdı. Özellikle de çocuklarını okutabilmek için. En büyük oğlunu okusun, bir yerde memur olsun, garantisi olsun diye elinden geleni yaptı. Yeri geldi, öğretmenlerine koştu, yeri geldi müdürlere. Büyük oğlu, Semih’e benziyordu, sinirliydi. Hep gözü üstünde oldu oğlunun, bir yanlış yapmasın, eğitiminden olmasın diye. Ve hedefine ulaştı. Büyük oğlu, devlet bankasında memur olmuştu. Tayini de bağlı oldukları büyük şehre çıkmıştı. Leyla çok şükür diyordu, sıra diğer çocuklarında idi.
Leyla, evine misafir gelen komşu, arkadaş herkese daima gülümser asla yorgunluğunu ve üzüntüsünü belli etmezdi. Kahve içmeyi çok seven Leyla, bu ziyaretler sırasında kafasını dağıtırdı. Günlük olaylar, çocuklar, dikiş, nakış derken zaman güzel geçerdi. Komşuları, Leyla’yı çok severdi. Çok hoş sohbet ve tatlı dilliydi Leyla. Ses tonu da insana iyi gelirdi. Çok güzel hikayeleri vardı Leyla’nın. Ve o hikayeleri bıkmadan usanmadan anlatmayı çok severdi. Komşularının küçük çocukları, Leyla hikayelerini anlatırken, O’nu pür dikkat dinlerlerdi. Leyla, bu anlarda kendini çok iyi hissederdi. Bu arada arkadaşı Nuray, memleketlerine atanmış ve O’na komşu olmuştu. İki kızı vardı Nuray’ın da. İkisinin de çocukları beraber oynamayı çok severdi.
Yine komşuları geldiği bir gün, tam güzel bir sohbetin ortasında, sinirle odaya girdi Semih. Tüm insanların içinde Leyla’ya hakaret etmeye başlamıştı. Leyla’yı insanların sevmesini de sorun ediyordu. Leyla çok utanmıştı. Kimseye açık vermek istemiyordu. Bir şekilde günü tatlılıkla kurtaran Leyla, çok ama çok üzülmüştü. Buna benzer birkaç olay daha yaşanmıştı. Artık komşuları, Leyla’nın evine gelmek istemiyordu. Leyla’yı da çok sevdiklerinden, sen gel bize, diyorlardı.
Leyla ve Semih, Değmez Kimseyi Üzmeye…
Zaman geçti, büyük oğlu işine yerleştiği sırada küçük oğlu lise sonda, kızı ise ortaokul ikinci sınıfa gidiyordu. Leyla, bu geçen zaman içinde kızını kendine sırdaş edinmişti. Kızı, ev ve el işlerinde Leyla’ya hep yardım ederdi. Uysal ve uyumlu bir kız çocuğu idi ve yaşına göre de çok olgundu. O’da annesinin yaşadığı sıkıntılara şahit oluyordu. Babası, annesine o kadar çok eziyet ediyordu ki, her geçen gün babasına karşı öfkesi artıyordu. Leyla, çok yalnızdı, o yaştaki bir kız çocuğuna bunları anlatmanın yanlışlığını düşünemiyordu Leyla, belki de bilmiyordu. Bir gün kızı Leyla’ya dönüp “Yok olsa babam” dedi, “Seni bir daha üzmese, öyle çirkin sözler etmese.”
Leyla ve Semih, Kader Yeni bir Sayfa Açınca…
Çok güzel bir bahar gününe kalktılar o gün, etraf yemyeşil, çiçekler rengarenk, kuş cıvıltıları her yerde… Leyla, çocukları okula gönderdi ve Semih o gün işten geldiğinde uyumamıştı. Bir sıkıntısı vardı. Yüzünden belliydi. Daha neyin var demeden Leyla, Semih, mutfaktan içeri girdi. O anda yere yığıldı. Leyla önce donup kaldı ve bir çığlık, bağırmaya başladı, komşularına seslendi, Semih’e ne olduğunu bilmiyordu. Komşuların da yardımıyla Semih’i hemen hastaneye götürdüler. Ama çok geçti, artık Semih yoktu. Kalp krizi. Ne gereği vardı o kadar sinir, öfke işte değdi mi?
Durumu öğrenen ablası ve eşi de yanlarına gelmişti. Nuray ve eşi ise hep yanındaydı. Nuray’ın eşi de öğretmendi. Semih’in aksine çok iyi, Nuray’a ve çocuklarına düşkün bir adamdı. Ayrıca iyi bir öğretmendi. Herkes onu çok severdi. Beraber Leyla’yı eve getirdiler. Leyla, çocuklara ne diyecekti, nasıl anlatacaktı diye endişe içindeydi. Ne hissedeceğini şaşırmıştı. Darmadağınıktı. Büyük oğluna telefonla haber gönderdiler. Diğer çocukların da okuldan eve gelmesini beklediler. Küçük oğlu ve kızı çok duygusaldı. Leyla’ya biz konuşalım çocuklarla sen dinlen, diyen Nuray, eşi ile birlikte okuldan dönen çocuklara, durumu anlattı. Babaları artık yoktu, çok ağladılar. Büyük oğlan da ertesi gün eve geldi. Cenaze o gün defnedildi. Ve bir anne ile üç evladı bir başlarına kalmışlardı.
Hikayemizin devamında Leyla ve üç yavrusu neler yaşayacaktı? Hayat Leyla’yı zorlamaya devam edecek miydi? Devamını okumak için beni takip etmeyi unutmayınız, sevgiyle kalın…